Bir önceki yazıyı okuyanlar benim yurt dışında yüksek lisans yapmaya karar verdiğim anda Erasmus Mundus programlarını araştırıp başvuru yaptığımı düşünmüş olabilirler. Ama ben ne nereden başlayacağımı biliyordum ne de Erasmus Mundus programını hatırlıyordum.
Bu yazıda sizi yaklaşık iki buçuk yıl öncesine götüreceğim, yani Nisan 2020’ye. Pandemi dünyamızı ve hayatımızı değiştirirken hepimizin hayatlarını da ama az ama çok etkiledi. Ben de onlardan biriyim. Ama bu sürecin güllük gülistanlık geçtiğini söyleyemem. Fazlasıyla hüzün, ümitsizlik, göz yaşı ve acı var bu hikâyede.
Nisan ayının sonlarına doğru yüksek lisans programlarını araştırmaya başladığımda ilk gördüğüm şey, hepsinin başvuru tarihlerinin geçtiği idi. Ayrıca programların neredeyse pek çoğu IELTS gibi dil belgeleri talep ediyordu. Bu sınavlara girecek param da yoktu, zamanım da. Zaten pandemiden dolayı sınavlar yapılamıyordu. Yavaş yavaş bir yüksek lisans programına Eylül (2020) ayında başlayamayacağımı görüyordum. Ta ki Almanya’daki bazı üniversitelerdeki başvuruların hâlâ sürdüğünü öğrenene dek. Freie Universität Berlin’den ve onun 2020 yılında ilk kez açılan Interdisciplinary Studies of the Middle East (Disiplinler arası Ortadoğu Çalışmaları) programından bahsediyorum. Aslında bu program benim hedeflediğim alanlardan (uluslararası ilişkiler, siyaset bilimi, dış politika) birinde değildi. Daha çok tarih, kültür ve sosyoloji gibi disiplinler üzerinden Ortadoğu coğrafyasını ele alıyordu. Ama başvuru süreci devam eden ve beni hayalime ulaştıracak bir programdı. O yüzden, ben de şansımı denemeye karar verdim.

Bu programın son başvuru tarihi Ağustos’taydı ve hem koronavirüsten dolayı lisans eğitimi İngilizce olan kişilerden İngilizce dil belgesi talep etmiyorlardı hem de Türkçe, Arapça, Farsça gibi Ortadoğu dillerinden en az birini B1 seviyesinde bilme koşulu vardı. Yani program tam bana uygundu. Fakat bir sorun vardı ki benden Türkçe bildiğime dair belge istiyorlardı! Doğma büyüme Türk olmam, Türk vatandaşı olmam yetmiyordu. Türkçe bildiğimi bir şekilde belgelemem lazımdı. O dönem bu saçma durumla ne kadar eğlendiğimi hatırlıyorum. Arkadaşlarıma anlatıp onların verdiği tepkileri gözlemlemek de ayrıca keyifliydi.
Bir yıl yurt dışında yaşadıktan sonra bunun nedenini pek tabii şu an daha iyi anlıyorum. Almanya gibi sürekli göç alan ve birkaç yıl önce göç ülkesi olduğunu kabul eden bir ülkede yaşayan birisi olaya şöyle bakıyor çünkü: Türkiye’de yaşabilirsin ama bu, anadilinin Türkçe olduğunu göstermez. Bu durum Türkiye gibi etnik azınlıkların göçe zorlandığı ve nihayetinde pür ü pak bir milletin dizayn edildiği ülkede yaşayan biri için başlangıçta tuhaf gelebilir. Ama tıpkı Almanya gibi, artık Türkiye de göç alan, göçmenlere ve belli bir miktarın üzerinde gayrimenkul satın alan kişilere rahatlıkla vatandaşlık veren bir ülke. Bu yüzden, pek yakında bizde de aynı bilincin oluşacağını öngörmek kâhinlik değil. Konumuza dönecek olursam, sonunda, ben de Türkçemi nasıl kanıtlayabileceğimin yollarını araştırmaya başladım.

Almanya’ya başvuru yapanlar bilir, Alman üniversiteleri için lise diploması çok önemlidir. Zira Almanya’da liseler Türkiye gibi değildir, sadece belli başlı liselerden (örneğin, Gymnasium) mezun olanlar üniversite eğitimi almaya hak kazanır. Bu yüzden, Türkçe bildiğime dair belgeyi nereden alacağım sorusu üzerine bana mezun olduğum liseden alabileceğimi söylediler. Liseden bu belgeyi İngilizce alamayacağımı biliyordum ve noter onaylı çeviriye para vermek istemediğimden üniversitede Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nden Türkçe ders aldığım aklıma geldi. Ve bu dersi veren hocadan yazılı belge alırsam bunu kabul edip etmeyeceklerini sordum. Cevap olumluydu. Sonunda Ahmet Hamdi Tanpınar romanları dersini aldığım çok sevgili Halim Hoca’nın odasının yolunu tuttum ve kendisinden aşağıda göreceğiniz belgeyi aldım. Bu arada C2 seviyesinde Türkçe bildiğime hâlâ inanmıyorum. Ben hep C1 diye düşünmüştüm. 🤔🤥

Belgeleri topladıktan sonra sıra başvuruyu yapmaya geldi. Almanya’da yüksek lisans başvuruları büyük oranda uni-assist üzerinden ve çok küçük bir oranda da üniversitelerin kendi sistemleri üzerinden yapılır. Uni-assist bir nevi aracı kuruluş. Bu kuruluşla anlaşan pek çok üniversite var. Mesela Freie Universität onlardan biri. Uni-assist de bu başvuruları ilk değerlendiren, eksik belge varsa başvuru üniversiteye ulaşmadan evvel reddeden yoksa da başvuruyu üniversiteye ileten bir sistem. Bunun için de yüksek lisans adaylarından ciddi ücretler alıyorlar. Örneğin, ilk başvuruda 75, sonrakilerde de 30 avro ödeme alıyorlar.
Ben de gerekli belgelerimi topladıktan ve 75 avro ödedikten sonra başvurumu 13 Ağustos’ta gönderdim ve beklemeye başladım. Bu sırada tabii, program koordinatörünü gönderdiğim e-postalarla yeterince bunalttığımı hatırlıyorum. Çünkü ilk kez yüksek lisans başvurusu yaptığım için hem acemi hem de heyecanlıydım. Zannediyordum ki beni tanırlarsa kabul ederler!
Bir an önce sonucu öğrenmek ve Berlin için hazırlık yapma niyetindeydim. Programa kabul alacağımdan o kadar emindim ki, tez konumu ve hatta ailemi bu süreçte nasıl ikna edeceğimi düşünmeye başladım. Halbuki Berlin’e gidersem orada nasıl geçineceğimi bilmiyordum. Çalışırken biriktirdiğim paranın beni bir süre idare edeceğini sonrasında da bir iş bulabileceğimi düşünmüştüm. Şimdi ne kadar saf ve dünyadan bihabermişim diyorum. Zira okurken çalışmanın zorluluklarından ziyade yurt dışında beş parasız olmak, hiç bilmediğin bir ülkede meçhul bir geleceğe doğru yola çıkmak delilik. Tabii, bu hayali kurmamda aynen yukarıda bahsettiğim gibi bir yolculuğa çıkarak kendini Cenevre’de bulan en yakın arkadaşlarımdan birinin de etkisi büyüktü. Yine de tüm bunlardan habersiz sonucu beklemeye başladım.

Bu sırada ALES’e girdim. Çünkü MEB bursunda da başvuracaktım. Aslında bu ülkede bir geleceğim olmadığından, bu ülkenin bana bir şey sunmayacağından neredeyse emindim. Yine de sadece denemiş olmak için, vicdanımın rahat olması için başvurdum. Ama not ortalamasının bursu kazanmakta çok etkili olduğunu düşündükçe bir fırsatım olmadığını da biliyordum. Çünkü ben Boğaziçi’nde zar zor dört üzerinden 3.11 ortalamaya ulaşmışken ve bunun için sosyal hayatımdan, zihinsel, ruhsal, bedensel sağlığımdan vazgeçmişken başka bir üniversiteden mezun olan tarih öğrencileri çok rahat 3.70, 3.80 gibi ortalamalara ulaşabiliyordu. Nitekim sonuç beklediğim gibi de oldu. İlk aşamada elendim.
Freie Universität’den cevap beklerken kendi kişisel pandemimi de yaşamaya başladım. Evet, boşlukta olan ve geleceğin belirsizliğiyle boğuşan herkes gibi benim de ruh halim yavaş yavaş bozulmaya başlamıştı. Özgürlüğüme ne kadar düşkün olduğumu bilen herkes bana hak verecektir ki, pandeminin tam ortasında, bir odada, ailemle ve belirsiz bir geleceğe kanat çırpmak benim için büyük bir imtihandı. Evde rahat değildim. Dilediğim bir şeyi yapabilmek benim için sadece bir hayaldi. Ve ben bu süreçte o hayali gerçekleştirmek için çırpınıyordum.
Pandemide sürekli evde olmak, korumacı bir aileye sahip olmak, yapabileceklerimin ve imkanlarımın kısıtlı olması elimi kolumu bağlıyordu ve beni mutsuzluğa sürüklüyordu. Mutluluk ve mutsuzluk insanın elinde derler. Eğer imkânın varsa elinde tabii ki elindedir, bu düşünceye karşı çıkmıyorum. Peki, ya değilse? Ya ailen senin için çok fazla endişelendiğinden dışarı çıkıp yürümek için bile izin alıyorsan… Anlayacağınız üzere yirmi dört yaşımı böyle hayal etmemiştim ve değiştirmek için de her gün aynı hayale sarılarak çoğu zaman umutsuzluğa, bazen ümide kapılarak sabırla uğraşıyordum. Çünkü başka bir çarem yoktu.

Başvuru sonucunun açıklanmaması bir yandan beni çok tedirgin ediyordu çünkü kabul aldığımda, ne kadar kendime güveniyorum görüyorsunuz, Berlin’e gitmem gerektiğini kısa zamanda aileme nasıl anlatacağımı bilmiyordum. Bir an önce sonucu öğrenmek ve vasıfsız bir insandan tekrar öğrenci mertebesine yükselmek istiyordum. Bu süreçte anneme az da olsa planımdan bahsettiğimde de çok olumsuz bir cevap aldım. Annem değil benim yurt dışına gitmemi, şehir dışına çıkmamı bile istemiyordu. Benimle ilgili planı, pandemi biter bitmez iş bulup evlenmem üzerine kuruluydu ve ben, onun tüm planlarını alt üst edecek bir hayata gözümü dikmiştim. Aslında zaman zaman ben annemim bu söylemlerine de hayret ediyorum. Çünkü ben hiçbir zaman onun hayalindeki gibi bir çocuk olmadım ki. Annem rahat ve dingin bir hayat sürmemi istiyordu. Bense maceracı ve tekdüzelikten uzak bir hayatı arzuluyordum.
Bu süreçte YDS ve IELTS başvuruları yaptım. IELTS’a 1312 TL ödediğim için (güncel fiyata bakmaya korkuyorum) hem maddi hem de manevi acı çektim uzun bir süre.🥲YDS’ye girmemin nedeni Türkiye’de bir programa başvurursam elimin altında bir YDS sonucumun olmasını istememdi. Ama IELTS öyle değildi. O benim için yurt dışı kapısını açacak bir sınavdı ve tekrar tekrar giremeyecek kadar da pahalıydı. Ama ben ikisinden de çok korkuyordum. Çünkü biliyordum ki dile yatkınlığım olmadığından İngilizce seviyem pek iyi değildi. Ayrıca çalıştığım iş yerinde doğru çeviriler yapamadığım için yaşadığım sorunlar da özgüvenimi ve cesaretimi kırmıştı. Bu yüzden, bu sınavlarla ben kendime de İngilizce seviyemin iyi olduğunu ispatlamaya çalışıyordum.
Tüm bunlar olurken 16 Eylül’de Freie Universität’den ret e-postası geldi. Aslında e-posta, uni-assist üzerinden gönderilmişti. Çünkü çevrimiçi yüklediğim belgeleri bir de posta yoluyla göndermem gerekiyormuş! O zamanlar Almanya, Fransa ve İsviçre gibi Avrupa ülkelerideki işlerin posta yoluyla da yürütüldüğünü bilmediğim için belgeleri postayla göndermem gerektiği aklımın ucundan bile geçmemişti. Bunu nasıl gözümden kaçırdığımı bulmak için başvuru ekranının her tarafını tekrar tekrar inceledim ama böyle bir uyarıya rastlamadım Bu sefer uni-assist sitesini incelemeye başladım ve en sonunda sıkça sorulan sorular kısmında başvuruların posta yoluyla da gönderilmesi gerektiğini okudum. Bu yüzden başvurum daha üniversiteye iletilmeden aday statüsünden düştüm.

Bu durum çok canımı sıktı. En azından başvurumun üniversiteye iletilmesini, ret cevabı gelecekse de başvurumu değerlendiren hocalardan gelmesini dilerdim. Şu andan baktığımda bu durumun aday elemek üzerine kasıtlı yapıldığını anlıyorum. Boşa giden emeğime ve ödediğim ücrete üzüldüm. Yine de belirsizliğin ortadan kalkması beni rahatlatıyordu. En azından ailemi kısa bir süre içinde Berlin’e gitmek konusunda ikna etmeyecektim. Ve artık eğer bir yüksek lisans programına başlarsam buna Eylül 2021’de başlayacağından emindim. Hem bu sefer elimde pek çok seçenek de vardı. Chevening Bursu gibi…
Yirmi beş yaşıma aylar kala sadece geleceğe dair umudumun ve bugüne dair mutluluğumun artmasını diliyordum.
